Film Zevkim mi Bozuldu Acaba: The Revenant (Diriliş) Film Yorumu

The Revenant 2015 yılının tam olarak sonunda vizyona giren, Alejandro G. Inarritu’nun yönetmenliğini yaptığı ve Leonardo Di Caprio’nun baş rolde yer aldığı Western gerilim türünde bir yapım. Türkçe adıyla Diriliş, film eleştiri bölümümüzün bu haftaki konuğu. (Biliyoruz bu bölümü çok seviyorsunuz)
Film bir kitaptan kurgulanmış ve söylendiği üzere Hugh Glass adında bir kişinin gerçek hayatından uyarlamaymış. Taçsız kral, Oscar’sız yegane aktörümüz Leonardo DiCaprio baş rolde yer alıyor. Yanında Tom Hardy, Domhnall Gleeson ve Will Poulter gibi isimler var.


Bir çok dalda ödüle aday gösterilen yapım, 2014 ve 2015 yılları arasında çekildi. Türkiye’de ise 2016 Ocak ayında vizyona girdi.


Konusu şu şekilde: Hugh Glass bir kürk avcısıdır ve bir gün ormanda vahşi bir ayı tarafından saldırıya uğrar. Yaralı haldeki Glass, daha sonra ona refakat etmesi için bırakılan arkadaşı Fitzgerald tarafından soyulur ve aynı zamanda bu adam oğlunu da öldürür. Tabi bu esnada Glass ağır yaralıdır ve elinden bir şey gelmemiştir. Sonrasında ise tahmin edeceğiniz üzere adam mucize eseri ölmüyor ve oğlunun intikamını almak üzere yola koyuluyor…


Yorum yaptığım bölüme dönersek… Aslına bakarsanız bu blogda yeni yazmaya başladım sayılır ve sinema konuları ile ilgiliyim diyebilirim. Bundan önce “The Hateful Eight” ile ilgili yaptığım yorum pek iyi karşılanmamıştı. Sanırım yapıcı olmak yerine hep yıkıcı yorumlar yapıyorum veya bardağın boş tarafına bakıyorum gibi. Ama gerçekten bende kendimden şüphe duymaya başladım artık, acaba film zevkim mi bozuldu diye. Çünkü Leonardo amcamız bir kenara dursun, ona saygımız sonsuz ve çok seviyoruz ancak bu filme yapacağım yorum da pek iç açıcı olmayacak. O sebeple, fanlar lütfen kızmasın. Beğenmek kadar beğenmemek de var unutmayalım. Neyse geçelim yoruma…

The Revenant (Diriliş) Film Yorumu

Film çöp. Şaka şaka, bir dakika tamam daha ciddi olacağım hemen kızmayın 🙂 Karlı filmler bu ara ilgimi çekiyor sanırım… İnternet üzerindeki yoğun beğeniler üzerine önceki akşam izlemeye karar verdiğim bir film Diriliş. Patlamış mısırımı ve kolamı alıp perdenin karşısına geçtim ve iyi olacağından çok ümitliydim. Ama ne yazık ki yine olmadı yine olmadı…

Sırayla ögelere değinelim. Bu arada yukarıdaki resimden de göreceğiniz üzere filmde bol miktarda salya sümük var 🙂

Filmin Atmosferi

The Hateful Eight adlı filmde olduğu gibi bunda da atmosfer ön plandaydı, doğa her şeyiyle güzel tabi. Ama The Revenant’da, yine benzer hava koşullarında geçtiği ve aynı kategoride olduğu için (Western) karşılaştırıyorum, Hateful’daki izleyiciyi içine çeken atmosfer yoktu. (404 not found)


Doğa güzel, dereler akıyor, şelaleler efsane, ağaçlar karlı falan ama izleyici ve atmosfer arasında bariz bir kopukluk var. Kendimi oradaymış gibi hissedemedim bir türlü. Üşümedim yani veya ateş yandığında ısınamadım.


Çevresel etmenler kamera açısından mıdır, işleyişin ağırlığından mıdır, başka bir şeyden midir bilemiyorum, zayıf geldi bana. Bu da filmi yaşayarak izlemek adına güzel bir kayıp oldu.

Filmde Akıcılık

En çok kafayı taktığım nokta bu. Film o kadar yavaş ilerliyor ve ara ara o kadar gereksiz montajlar, görüntüler, geçişler koymuşlar ki bir türlü akıcılığına kapılmanıza izin vermiyor. Hatta ve hatta filmin müzikleri dahi o kadar yavaş ki, bir nota girdikten sonra ikinci notaya geçmesi en az on saniye alıyor diyebilirim.


Leonardo, süründüğü kısımları yürüse film bence iki buçuk saat yerine rahat bir saat olurdu. Yavaş bir işleyiş, ayı saldırısı dışında sıfır heyecan ve zayıf bir duygusal işleyiş hakimdi filmde. Akmıyordu efendim, sırf sonunda acaba intikamını alabilecek mi diye izletti. Samanyolu’nun kısa-orta metrajlı filmleri de bu sebeple izletmiyor mu? Acaba sürekli kötülük yapan zalim evlat sonunda Allah’tan cezasını bulacak mı diye kilitliyor adamı…


Neyse fazla uzatmayalım bunu, film yavaş ilerliyor ve o an aklınızda başka bir şeyler daha dolanıyorsa sıkılmanız pek muhtemel. Yani film sırasında eğer sinemada izliyorsanız çıkıp bir sigara içeyim geleyim derseniz pek bir şey kaybetmezsiniz, döndüğünüzde büyük ihtimalle Leonardo hala sürünüyor veya dereden balık yiyor olur. Evde izliyorsanız, film sırasında gidip kendinize bir kahve yapabilir veya mısır patlatabilirsiniz, dönene kadar bir şey kaçırırım diye filmi durdurup gitmenize gerek yok, kaçırmazsınız merak etmeyin…

Konu (bu alt başlık ağır spoiler içeriyor)

Geçtiği tarihe bakınca, etrafta gelişen olaylar gerçekten kayda değer bir konu olabilirdi. Ancak o konunun ortasında çok da basit bir alt öge seçilmiş ve sıradan bir adamın oğlunun intikamını alması ortaya çıkmış. Efendim Kızılderili kardeşlerimizin çektiği acılara yer verilse gerçekten çok daha elle tutulur bir şey olurmuş.


Glass’ın oğlunun, Kızılderili melezi Hawk kardeşimizin öldüğü bölümü bir hatırlarsak, zaten saçma sapan bir insan olan Fitzgerald’ın, Glass tam felç durumundayken onlarla kalması, çocuğun veya diğer genç arkadaşın, bak siz bizi bir arada bırakıyorsunuz ama bu adam siz yokken Leonardo amcayı keser, oğlunu öldürür falan dememesi gerçekten ilginç.


Fitzgerald’ın, Hawk’ı öldürdüğü sahne biraz gereksiz gibi ve çok basit. Gel gelelim ki sonradan general miydi yüzbaşı mıydı o amcanın gidip de bu Fitzgerald hıyarı ile karşılaşması ve ölmesi çok acınası ve on yaşında bir çocuğun bile bak bu gidiyor ama kesin ölecek tahminine açık bir olay. Fitz’e gelince, adam iyi mi kötü mü bir türlü karar veremedim ben. Pislik herifin tekiysen, bana o hissiyatı vermen lazım ama arada kalmış adam. Ailem falan diyor, bir üzülüyor bir suspus oluyor, sesi soluğu çıkmıyor yani ne yapmaya çalışıyor bu adam biraz daha pislik gösterilmesi gerekirdi. Şuan Dünya zaten bu tip adamlarla kaynıyor belki bu kadar vahşi değiller adam öldürmüyorlar ama üç kağıtçılık aynı. Yani pek algılayamadım ben bu karakteri.

Neyse… Konu vasat. Sıradan bir adam, ayı saldırdıktan sonra ağır yaralı kalıyor ve bu durumdayken saçma sapan bir başka adam da onun oğlunu durduk yere öldürüyor ve yaralı amca oğlunu öldüren bu adamın peşine düşüyor. Olay bu.


Diriliş’den kastının, kendini toparlayıp Fransızları basması ve her yeri talan etmesi sanıyorsanız, vay halinize. Diriliş falan yok, bildiğin iyileşiyor (hatta iyileşemiyor bile) ve gidip oğlunu öldüren adamı öldürüyor. İntikamını alıyor.


He birde unutmadan, tecavüzden ve Fransızların elinden kurtardığı Kızılderili abla da sonradan babası ve onun grubu ile dere kenarında Leo amcanın yanından geçerken, ağır yaralı kardeşimize göz kırpıp gidiyor. Adam ölüyor teyze bir el at yazık günah değil mi? Hiç mi hatırı yok, Fransız yüzbaşısı ağaca dayayıp arkadan kaktırırken o kurtarmadı mı seni? Yazıklar olsun…

Filmin Sonu (spoiler var, okumayın)

Çok acımasız olmak istemiyorum ama, en azından ölmüş oğlunu alıp gömdüğü veya kendine göre ayini neyse yaktığı mı diyeyim bir sahneyle bitiremez miydiniz? O saçma sapan bir yerde yine sürünürken gördüğü karısının hayali de o ayin esnasında gelemez miydi? İki buçuk saat boyunca sürüne sürüne film izledik ve sonu yine sürünürken bitti gerçekten çok kötüydü bence…

Yönetmen Hakkında (spoiler?)

Kendi sanat tarzını gerçekten güzel yansıtmış. Kimisi beğenecektir, kimisi beğenmeyecektir. Dere kenarındaki o son kapışma sahnesindeki bakış açısı benim çok hoşuma gitti. Genel itibarı ile bence başarılıydı diyebilirim.

Oyunculuklar

DiCaprio her zamanki gibi iyiydi. Bu kez belki Oscar’ı alabilir, umarım alır artık. Diğer oyuncular da pek bariz göze batan bir rol yoktu bence. Sıradan sayılırlar. Kızılderililerin gerçek karakterlerini tabi ki bilmiyorum ama, oyunculukları kötüydü hele ki Hawk duygu akışını hiç gerçekleştiremedi. Yani en azından bana…

Müzikler

Kötüydü. İkinci notaya geçiş bildiğin on saniye sürüyor ve arka planda sürekli bir sesler var. Bir ara acaba dışarı kamyon mu yanaşıyor diye aklımdan geçti sonra filmden geldiğini anladım.

Genel Yorum

Film genel olarak baktığımda, vasattı. Film boyunca saran ve beğendiğim tek kısım ayı saldırısıydı. O sahne gerçekten harikaydı ancak onun dışında bence kayda değer hiçbir şey yok… Hadi bir de at olayını diyelim, orası da biraz çarpıcı gibiydi… Bu kadar ödüle layık görülmesi gerçekten beni çok şaşırttı. Forumlarda ve film sitelerinde yorumları bayağı bir okudum. Her ne kadar benimle aynı görüşte olanlar, beğenmeyenler olsa da beğenenler fazlalıkta. Hatta hayatımda izlediğim en iyi film yazanlar dahi var. Anlam veremedim ama zevkler ve renkler tartışılmaz tabi ki. Hisler ve hazlar farklı. Adamın hayatı boyunca izlediği en iyi film, kimisinin yazışı ile harika ötesi bana göre ise vasat ve sıradan. Ama bunca yorumun, %80 beğeninin ve harika ötesi yazanın ardından film zevkimden şüphe etmeye başladım demezsem yalan olur 🙂 Bir daha Western izlemeyeceğim sanırım ya…

Son söz olarak, Leonardo DiCaprio’ya bu sene Oscar dileyelim ve yazıyı sonlandıralım. Henüz izlemediyseniz, izleyin bence fena değil ama bir Grey veya All is Lost olamayacağını da söylemem gerekiyor veya Life of Pi. In to the Wild’ı söylemiyorum bile. The Revenant, bana göre yalnızca izlenebilir bir film. İzlenmediği taktirde çok şey kaybettirmez ancak izleyin siz yine de fanlar kızıyor sonra izlemeyin dedik diye. Dediğim gibi kimisi beğenir, kimisi beğenmez…


Neyse, sürçü lisan ettiysek affola. Filmin Traileri ile yazıyı kapatalım. İyi seyirler…


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir